İlk Çağ’da Din ve İnanış; İlk Çağda Görülen Dini İnançlar ve İbadet

İlk Çağ'da Din ve İnanış

İlk Çağ’da din ve inanış nasıldı? İlk Çağ’da insanlar neye inanıyordu? İnanç kavramı insanlık tarihi kadar eski olmakla birlikte dinlerin ortaya çıkışı İlk Çağ tarihine uzanır.  Antik dönemde insanoğlu hemen hemen her alanda tanrıların gücüne inanmış ve bu gücü memnun etme odaklı bir hayat yaşamıştır. İlk Çağ’da ibadethaneler ve dini törenler, tapınaklar, ayinler, dualar, bir takım ritüeller… hepsi bunun bir kanıtı gibidir.

İlk Çağ’da Din ve İnanış

İlk Çağ’da insan topluluklarına ya da uygarlıklara baktığımızda çok büyük bir çoğunluğunun çok tanrılı dinlere mensup olduğunu görürüz. Çok tanrılı dinlerde göğün, denizin, yıldızların, yerin vs. bir tanrısı olurdu ve insanlar bu tanrılara inanırlardı. İlk Çağ’da tek tanrılı dine mensup tek uygarlık (semavi din) İbraniler’di ve Musevilik dinine mensuplardı.

Din, antik çağda sadece tanrıları memnun etme yolu değil, siyasi bakımdan da önemli etkiye sahip bir faktördü. Zira bölünmüş toplulukların bir araya gelmesini sağlardı. Yunan ve Roma toplumu bunun en güzel örneklerini vermiştir.

Roma’da Eylül ayında dört gün devam eden  Büyük Roma Oyunlarında herkes Capitolium’da bir araya gelirdi. Burada yarışlar yapılır, gladyatör dövüşleri, tiyatro gösterileri gibi çeşitli eğlenceler olurdu.

Yunanlılar ise yine yılın belli günlerinde tüm savaşlara, kavgalara ve anlaşmazlıklara ara verir; günler boyu dini törenler yapar, tanrılar adına şiir, atletizm ve müzik yarışmaları düzenlerlerdi.

Capitolium
Capitolium

İlk Çağ’da Dini Törenler

İbadethaneler ve dini törenler antik dönem insanı için hayatın bir parçasıydı. İbadethaneler yani tapınaklar olmadan önce dini törenler nerede yapılırdı? Antik dönem insanı tapınakları henüz inşa etmemişken kutsal yerler belirlemiş ve ibadetlerini burada yapmışlardır. Bu kutsal yerler bir ağacın gölgesi, bir su kenarı ya da bir kayanın üzeri olabilirdi.

İlk Çağ’da İbadethaneler

İlk Çağ’da ibadethaneler ve dini törenler insanlar için oldukça önemliydi. Antik dönemde tapınaklar zannedildiği gibi herkesin toplanıp dualar ettiği yerler değildi. Dini törenler bu tapınakların hemen yanında inşa edilmiş olan daha küçük yapılarda ya da alanlarda yapılırdı. Çünkü tanrının, tapınağın arka odalarından birine yerleştirilen heykelinde yaşadığına inanılır, güçlü ve erdemli tanrı cahil ve erdemsiz kalabalıklardan uzak olmalıydı.

Tanrının yer aldığına inanılan özel oda, tapınağın merkezi durumundaydı. Bu bölmeye İsrailoğulları “azizlerin azizi”, Yunanlılar “naos”, Latinler “cella” ismini vermişti. Bu odaya herkes giremezdi. Sadece belli rahiplerin bu odaya geçiş yetkisi vardı ve bir dizi avlu ve bölmeden sonra bu odaya ulaşılırdı. Ara bölmelerde ise tanrının giysileri, kokuları ve bir takım ayin kitapları yer alırdı.

Tapınağın yakınında yer alan ibadet yerleri dışında tapınakların yakınında ayrıca rahiplerin konakladıkları lojmanlar, ambarlar, depolar, eğitim binaları ve mutfaklar vardı.

Büyük tanrılara ait tapınakların etrafı surlarla çevriliydi. Burada rahipler dışında hizmetçiler, ambarcılar, kuyumcular, çobanlar ve bahçıvanlar gibi büyük bir topluluk vardı. Mısır tapınaklarında bir de kutsal göller olurdu. Mezopotamya’da ise tapınaklar yedi katlı olur ve bu tapınaklara ziggurat adı verilirdi. Mezopotamya’da zigguratların ilk örneğini Sümerler vermiştir.

Yunanlılarda ise bağış toplanması ve tapınakların daha güzel, daha zengin olması için hazine odaları yer alırdı ve herkesin kolayca girebildiği bu odalara insanlar girerek bağışta bulunurdu.

Antik Çağ tapınaklarının en önemlileri arasında Mısır’da Edfu tapınakları, Mezopotamya’da Sümer zigguratlarının yanı sıra Babil’deki Marduk tapınakları, Eski Yunan’da Apollon tapınağı, Roma’da Etrüsk Jüpiter Capitolium tapınağı sayılabilir. Ancak ne yazık ki antik dönemin bu önemli yapıları günümüze kadar sağlamca gelmeyi başaramamıştır. Tüm bunların yanında belki de en önemlisi MÖ 10 binli yıllarda (Neolitik dönemde) inşa edilmiş olan Göbeklitepe’dir. Göbeklitepe, Şanlıurfa il sınırları içerisinde yer alır ve tarihin en eski ibadet merkezidir.

Ziggurat Ornegi
İlk Çağ İbadethanelerinden Ziggurat

İlk Çağ’da Din Adamları Nasıl Eğitilirdi?

Antik dönem insanının en büyük endişesi tanrıları hoşnut edememekti. Dolayısıyla tanrılarının hoşnut edilmesinde bir aracı konumunda bulunan din adamlarının alacağı eğitim çok önemliydi. Tanrının önemsediği saygıyı, saflığı, uygun davranış ve sözleri bilmeliydi. Dolayısıyla da tüm bunların öğretildiği okullar vardı yani bunlar birer din adamı yetiştirirdi.

Tanrıların isteklerini bilecek ve insanı uygun ayinlerle günahlarından arındırabilecek kahin ve şeytan kovucuların eğitimine de ayrıca önem verilirdi. Antik Roma ve Yunan’da din adamlarının eğitiminden rahip ya da papazlar kurulu sorumluydu.

Roma’da ayinleri eksiksiz uygulama konusunda son derece titiz davranılırdı. Duayı okuyan din adamının en küçük bir duraksama dahi göstermemesi gerekirdi. Aksi takdirde törene en baştan başlamak gerekirdi. Roma’da din adamlarının yetiştiği okullar sıkı bir disipline sahipti.

İlk Çağ’da Cenaze Törenleri, Ahiret, Cennet ve Cehennem

Cenaze törenlerine günümüzde olduğu gibi antik dönemde de önem verilir ve saygı gösterilirdi. Bazı toplumların, ölülerin ölümsüzleşmesi kaygısını taşıdığı görülmektedir. Bu kaygıdan dolayı cenaze törenleri ölüyü öbür dünyada tutma amacına yönelmişti.

Ölüyü gömme ya da yakma gibi defin adetleri dışında Zerdüşt inanca sahip olan Persler’de farklı bir yöntem uygulanırdı. Ölen kişileri yüksek kulelerin üstüne açıkta bırakırlardı. Böylece vahşi kuşlar tarafından cesetler parçalanıp yok edilirdi. Bunun amacı ölünün bedeni ile toprağı, suyu ya da havayı kirletmemekti.

Antik dönem toplumlarının pek çoğunda ölümden sonraki yaşam inancı gelişmişti. Bunun en tipik örneği Mısır’da karşımıza çıkar. Mısır inancına göre ölen kişi sandalıyla gökyüzündeki tanrı Ra’nın yanında kalırdı. Başka bir Mısır inancına göre ölen kişi Osiris’in topraklarına yerleşir, bu topraklarda ılıman bir iklimde açlık, kıtlık, sefalet olmadan yaşardı.

Antik Yunan’da ise ölen kişi erdemli ve kahraman biriyse meltem esintilerinin olduğu, gece ve gündüzlerin eşit olduğu çok hoş bir bahçede yaşar ve çalışmazdı.

Cehennem inancı ise elbette bunun tam tersiydi. Cehennem anlayışı ışıksız, karanlık bir yerdi ve buraya gelenler acımasızca cezalandırılırdı.

Ahiret inancı gereği Mısır başta olmak üzere pek çok antik çağ toplumunda mezarlara ölen kişinin eşyalarını koyma geleneği sürdürülmüştür. Mısır’da mumyalama geleneği de ölümden sonraki yaşama olan inancın bir gereğiydi.

Bu bilgiler dışında günümüzde dinlerin dünyada dağılımı ile ilgili bilgi için Dünyadaki Din Dağılımı başlıklı içeriğimizi inceleyebilirsiniz.

Bunları da beğenebilirsiniz
Bu Konu Hakkında Siz Ne Düşünüyorsunuz?